“Hiçbir şey ummuyorum;
Hiçbir şeyden korkmuyorum;
Özgürüm”
Nikos Kazancakis
“Yapmamayı tercih ederim,” cümlesi eminim okuyanlara hemen Herman Melville’nin Kâtip Bartleby isimli unutulmaz eserini hatırlatacaktır. Bu romanı okumayanlarsa Melville’i dünya çapında ün kazanmasını sağlayan “Moby Dick”in yazarı olarak hatırlayabilirler.
Kâtip Bartleby, yayımlandığı günden bugüne pek çok açıdan ele alınıp irdelendi; yazarlar, sanatçılar, felsefeciler romana birçok referans verdiler. Hatta üzerinde bu sözün yazılı olduğu tişörtler zamanında bayağı bir popüler kültür malzemesiydi; ünlü felsefeci Slavoj Zizek’in bile bu tişörtlerden birini giyerek röportaj verdiğini hatırlıyorum.
Hayatım boyunca birçok değişik cümle kalıbı kullanmış ya da duymuş olsam da böyle bir cümleyi kuran birine hiç rastlamadım sanırım siz de rastlamamışsınızdır. Normalde “yapmayacağım” ya da “yapmak istemiyorum” deriz fakat cümleye “tercih” kelimesini eklemeyiz. İşte cümleye eklenen bu kelime, cümlenin manasının asıl büyülü noktası ki bu aynı zamanda romanın felsefesinin de izdüşümü.
Gelgelelim romana; hikâyenin ana karakteri, Bartleby adındaki gizemli, geçmişi olmayan, sessiz, garip ve yalnız bir adamdır. Hikâye Bartleby’in Wall Street’teki bir hukuk bürosunda işe girmesiyle başlar.
Bartleby başlangıçta oldukça sıradan bir kâtip gibi görünür ancak bir süre sonra, ilkin kendisine verilen görevlerin haricinde hiçbir işi yerine getirmemeyi “tercih ederken” hemen akabinde hiçbir iş yapmamayı “tercih etmeye” başlar. Bartleby’nin bu tuhaf davranışı, işyerinde hem avukatın hem de diğer çalışanların huzurunu kaçırır. Avukat aynı zamanda patronu, onu anlamak ve yardım edebilmek adına çaba sarf eder ancak Bartleby’nin kayıtsız tutumu karşısında çaresiz kalır. Ve Bartleby en sonunda işi yaşamı “tercih etmemeye” kadar götürür ve ölür.
Şüphesiz yazın dünyasının en ilginç karakterlerinden biri Kâtip Bartleby’se en az onun kadar ilginç olan bir diğeri Nikos Kazancakis’in Zorba’sıdır. Anthony Quinn’in başrolünü oynadığı ve o muhteşem dans sahnesiyle akıllara kazanan Kazancakis’in aynı isimli romanından sinemaya uyarlanan Zorba filmi muhtemelen izleyen herkesin aklında yer etmiştir.
Zorba, bir yazarın Girit adasına gelerek, kendini keşfetme ve içsel huzuru bulma çabasını konu alır. Burada yazarın karşılaştığı en çarpıcı figür olan Alexis Zorba, hayat dolu bir karakter olarak karşımıza çıkar. Zorba’nın kendisini ifade biçimi, hayatı algılayışı, olayları yorumlaması ve coşkusu oldukça dikkat çekicidir.
Her iki roman da yazarlarının alter egosu olarak kabul edilen ana karakterlerin etrafında dönse de var olan düzenin ayrık otu, çarkın uyumsuz dişlilerinden olan “Zorba” ve “Kâtip Bartleby” arasında daha derin bir ilişki mevcuttur. Temelde iki romanın da insan doğasının karmaşıklığını ve içsel çelişkilerini ele aldığı söylenebilir. Ancak, “Zorba” daha enerjik, coşkulu ve yaşam dolu bir atmosfere sahipken, “Kâtip Bartleby” daha sakin, karanlık ve içe dönük bir tonu yansıtır. İki roman da insanın özgürleşme arayışını farklı perspektiflerden ele alırken, Kazancakis’in eseri daha umut dolu ve yaşama sevincini vurgulayan bir yaklaşım sergiler, Melville’in eseriyse daha melankolik ve umutsuz bir atmosfer yaratır.
Yine de her iki eser yazarların edebi becerileriyle harmanlanmış güçlü birer anlatıdırlar. Her iki metin de içerdikleri ironi, sembolizm ve psikolojik derinlikleriyle okuyucuya toplumun, insan doğasının karmaşıklığını ve bireysel varoluşun derinliklerini keşfetme imkânı sunar.
Nihayet romanı okurken, nasıl Bartleby’in eylemsiz, tamamen pasif tavırlarıyla avukatın hayata bakış açısını zamanla değiştirdiğini görüyorsak, Zorba’nın da Bartleby’in aksine etkin eylemleriyle genç yazarın hayata bakış açısını kökten değiştirdiğini görürüz. Bir okur olarak siz de ister istemez bu değişimden nasibinizi alırısınız…
Her iki karakter, ayrı veçhelerden de olsa özünde, “demir tava gelir kömür tükenir, tandır kıvama gelir hamur tükenir, işler yoluna girmeden ömür tükenir; o nedenle elin ererken hayatı işle,” sözünün vücut bulmuş hali gibidirler. Ve romanlar, kapaklarını kapattığımızda bizi bazı sorularla baş başa bırakırlar:
İnsanın oldukça kısa olan ömrünün büyük bir kısmını bulunduğu ortama, birlikte olduğu insanlara uyum sağlama çabasıyla tüketmesi gerçekten de anlamlı mı? Hayatımızın ne kadarını tercihlerimiz doğrultusunda yaşıyoruz? Toplumda kendi sınırlarımızı rahatça çizmekten neden çekiniyoruz? Gerçekten hayatı bu kadar ciddiye almaya değer mi?
Belki de tüm bu soruların cevabı Kazancakis’in romanında doğrudan Zorba karakterinin ağzından dökülmüş, aynı zamanda kendi mezar taşında yazan ve bu yazının da epigrafı olan sözün satır aralarında gizlidir.
Ya da bir Sait Faik alıntısında:
“Bu dünya insan için kâfiydi. Bu dünyada insan en güzel, en büyük, en bahtiyar olacak mahlûktu. O halde, niçin sokakta çıplak çocuklar, aç gezenler, işsiz delikanlılar, titreşen köylüler, yalnız namazlarını ve torunlarını seven ihtiyarlar vardı?”
🥰🥰🥰